23 Şubat, 2013

Genç Ruh Gibi Kokardı

"Pop müzik, çocukların cep harçlığını çalma işidir."
-Ian Anderson

Blogumun kapak fotoğrafı olan "Oldies but Goldies" sözünü oraya boşuna koymadım. Bu konuyla ilgili hep bir şeyler yazmak istemiştim, geçenlerde yaşadığım bir olay sonucu yazmaya karar verdim..
Soyunma odasında otururken müzik çaları ile içeriye giren arkadaşıma, "Rock müzik mi dinliyorsun?" sorusu yöneltilince şu cevabı verdi, "Rock'tan başka müzik mi var?"

Youtube'un Top100 müzik listesinde ki şarkıların %90 gibi önemli bir oranının pop şarkılardan oluştuğu gerçeği bile günümüzdeki 'Pop Müzik' sevdasını anlatmak için yeterli. Peki neden bu kadar çok seviliyor, bana göre beş para etmeyecek durumda olan şarkılar? Bunun cevabı aslında çok basit, Popüler Kültür.
Arkadaşının dinlemeyi çok sevdiği bir şeyi o da dinlemek istiyor. Aslında o parça hoşuna gitmemiş bile olsa, popüler kültürün bir parçası olmak için seviyormuş gibi yapıyor. Onun bir arkadaşıda aynı şekilde bunları yapıyor. Müzik sektörü makinayı gerçekten güzel kurmuş, bu makinanın ortasında ise gençlerden başkası yok tabi ki.

Yapılan her iş ne kadar kötü olursa olsun, üzerinde belirli bir emek vardır ve bu emeğe saygı gösterilmelidir. Ancak bazı pop müzik şarkılarında geçen emeğin, benim resim ödevime verdiğim emekten daha az olduğunu düşünüyorum. Aradaki tek fark ben geçer bir not alıyorum, onlarsa binlerce tık ve para kazanıyor. Binlerce insan bunu nasıl anlayamıyor hayret ediyorum. Amacı saçma şarkılar çıkarıp gündeme gelmek olan sanatçıların (!) şarkılarını, tam da onların istediği gibi gündeme getirmek zevkli bir şey olsa gerek, her kış yeniden bir Ajdar, Serdar Ortaç fırtınası estiğine göre..

En sevdiğim dizilerden birisi olan House'ta (kendisi pop müzik kültüründen nefret etmektedir) hastası olan "Dubstep" sanatçısına (!) şu sözleri söylüyor : "Sen bunun müzik olduğunu düşünüyorsun ancak çöp öğütme makinası bundan daha ritmik."

Pop müziğe karşıtlığımın nedenleri sayarak bitmez ancak çok önemli bir sebebi daha sizinle paylaşmak istiyorum. Rock müzik aykırı kitleleri, rap müzik toplumda ters giden şeyleri, caz müzik ruhu rahatlatmayı temsil eder, pop müzik harici bütün müzik türleri bir şeyler temsil ederler. Pop müziğin neyi temsil ettiğini halen anlayamamış birisi olarak, neden dinlenir ki bu müzik? diye sormaktan kendimi alamıyorum..

Jimi Hendrix'in intihar ettiği sene, Janis Joplin'in saygısından dolayı altın vuruştan vazgeçtiği ve "aynı sene iki yıldız ölemez" dediği bilinmektedir. Bırakın aynı olayı, bunun çeyreği kadar etkileyici bir olay yaşanmış mıdır Pop Müzik tarihinde?

19 Şubat, 2013

Final Countdowns

Konu diziler olunca, izleyicilerin en çok eleştirdiği şey finalleri olmuştur. Çoğu zaman beklentiler diziler için çok fazladır. Şu kötü dizi finalleri izleyicileri çıldırta dursun, halen "Lost çok bozdu" esprisi yapıldığı için mutlu olanlardanım bende. Fakat sezon finalleri hakkında birkaç laf etmeden de ayrılmak istemiyorum, hangi dizi ile başlayacağımı ise çok iyi biliyorum. Hayatımda çok büyük bir yer kaplayan House ile tabi ki..

House'un bolca eleştiri alan final sezonunda ki en büyük hatanın Lisa Cuddy'i göndermek olduğunu söylemeye gerek var mı bilmiyorum. Yedi sezon boyunca House - Cuddy ikilisi üzerinden yürüyen bir dizinin, en çok beklenti alan son sezonunda Cuddy'siz kalmasını anlayabilmiş değilim. 

Ekibe son sezon dahil olan Park karakterine ise söylenecek söz bile bulmakta zorlanıyorum. Senaristler ancak bu kadar gereksiz bir karakter yaratabilirlerdi. 'House' ismine yakışmayan bir karakter, yakışmayan bir oyunculuk izledik. Foreman'ın baş hekim olması fikri başta bana cazip gelmiş olsa da, sonradan ekipteki eksikliğini bolca hissettim.
Final bölümüyle ilgili olaraksa, keşke House'un cenazesinde Wilson arkasından sövmeye başlamasaydı diyorum. Keşke herkes üzüntü içerisinde göz yaşları dökerken dizi sona erseydi. Mutlu bir son olmayacaktı belki, ancak yıllar boyu hatırlanacak bir son olacaktı. Kutner'ın ölüm bölümü, beni dizi finalinden çok daha fazla etkiledi. Yedi sezon "baş yapıt" seviyesinde taşınan sezonun son sezonda çöküşünü izledik. Yinede House benim için her zaman çok farklı bir yerde olacak, hiçbir dizinin-filmin ulaşamayacağı bir yerde. 'Everybody Lies, People Don't Change' sözleri ise asla unutulmayacak.

Sırada The Walking Dead var. Zombili, vampirli bütün yapımlardan nefret eden beni, kendisine bağladığına göre bu yapımda bir iş var arkadaş. Henüz final sezonuna girmediğimiz için, ilk ve ikinci sezon üzerinden bir şeyler çiziktireyim diyorum..
Birinci sezon finalini çok iyi bulmuştum. Tam rahat ettik derken tekrardan yollara dökülmeleri, patlamalar vs. Ardından geldik ikinci sezona. Uyuya uyuya izlediğim, çiftlikte geçen ikinci sezon.. İkinci sezon finalinde muhteşem bir geri dönüş yapmamış olsaydı, üçüncü sezonu izlemeye devam eder miydim bilmiyorum. Çatışma sahneleri kusursuz yapılmıştı, teker teker kaçmaya çalışmaları. Andrea'nın arkada kalması, Shane'in hakkı rahmete kavuşması, ölü kız Sophia ve daha fazlası, gerçekten güzel bir sezon finaliydi. Rick artık ipler benim elimde dedi, bizde uzun ip belimizde, baltalar elimizde onlarla beraber ormana girdik. Üçüncü sezon finalinin de aynı güzellikte olacağı umutlarımla.. Sıradakii!


Game of Thrones, dırırırım. Günümüzün yüksek puanlı yapımlarından birisi olan dizimiz, diğer dizilerden farklı olarak sezon finallerinde çok bir şey değiştirmedi. Zaten normal bölümleri o kadar üst düzeydi ki, sezon finallerine fazla bir yük düşmüyordu. İlk sezon Edward Stark'ın ölümü ile sarsıldık hepimiz. Kızlarının gözlerinin önünde vurdular kafasını. Birisi sarayda küçük prensin yanında kalmaya zorlandı, diğeri ise kaçtı. İlk sezonun bize öğrettiği en önemli söz ise şuydu, "not today."
İkinci sezon işler kaos ortamına girdi. Kaos ortamı derken, tam olarak "taht oyunları"nın içine girmiş bulunduk. Bir yandan büyüyen ejdercikler, bir yandan paralar-kadınlar, bir yandan ünvanlar.. Savaş sahneleri ise ayrı bir muazzamdı. Son bölümde gördüğümüz ak gezegenler ile gözlerim ekrana yapışıp kaldı. Bekliyoruz çıkacağı zamanı, 31 Mart'ı, bu yapımın sırtı kolay kolay yere gelmez.
Not: Kitabını okumanızı tavsiye ederim. Dizi gayet işlenmiş durumda ancak kitabın tadı çok daha farklı.

House of Anubis, ah şu gençlik dizileri. Oturdum ve iki günde tüm diziyi bitirdim. Çok mu kaliteliydi? Hayır. Çok mu esrarengizdi? Hayır. "Ee peki neden izledin o zaman?" diye soracak olursanız kızları fena değildi..

Şakayı bırakmak gerekirsek konusu hoşuma gitti ve izledim, sezon finallerini ise gayet başarılı buldum. Nina-Fabian ilişkisi güzeldi, malesef sonuna kadar sürmedi. Söylenecek fazla bir söz yok, kendi çapında ayakta kalmaya çalışan bir yapım işte..

Bir iki kelime de kötü kimyacımız için yazalım. Breaking Bad'den bahsediyorum tabi ki. Çocukluktan beri kimya fanatiği bir adama bu diziyi verirseniz tabi ki bir günde suyunu çıkarana kadar izler.. 

Sezonlara teker teker yorum yapmaya gerek yok. Zira her sezon kendine özgü bir güzelliğe sahip. Kanserli öğretmenimizin profesyonel olma yolunda yaptıkları seyretmeye değerdi, "Yo, b*tch" kelimeleri ile tandığımız Jesse'ye ise kelimeler bulmaya zorlanıyorum. Bryan Cranston (Walt) hayatının rolünü oynaya dursun, Aaron Paul'un Emmy'de söylediği sözle veda ediyorum size, "Yo, emmy b*tch!"