26 Temmuz, 2012

Çekilin Doktor Ahtapot Geliyor!

Andrei Kirilenko'yu ilk tanıdığım zamanlar basketbol konusunda fazla bilgi sahibi değildim. Fakat her şeye rağmen Rusya Milli Takımı'nı tek başına sırtlarken bu oyuncuda bir şeyler olduğunu fark etmiştim. Biz ona "Doktor Ahtapot, Uzun Kol" gibi lakaplar taktık fakat kendi ülkesi vatandaşları ona şöyle diyor : "AK-47"
Bunun sebebi forma numarasının 47 olması ve adının baş harflerinin AK olması. Ayrıca AK-47 Rus silahı olan Kalaşnikov'u akla getirmektedir. Bizim uzun kollu oyuncumuzda sahada Kalaşnikov gibi terör estirmektedir.

Kirilenko her zaman için savunmanın önemini farkında bir oyuncuydu. Bunu 3 defa En İyi Savunma Beşine seçilmesinden de rahatça anlayabiliyoruz. 2.06 boya ve 2.21 kulaç genişliğine sahipken rakiplerine pota altını dar etmesini normal karşılayabiliriz. Sanırım aramızda kimse karşısında bir Kirilenko varken potaya korkusuzca drive edemez. Bunu yapan kişi ya çok cesurdur ya da çok aptal..
Bizim bu Doktor Ahtapot kariyeri boyunca her zaman NBA'de oynamadı. Hiçbir bilginiz yoksa bile bu sene Euroleague Final Maçı'nda karşısında ki Batiste'yi bloklara boğan ve Yılın Savunmacısı ödülünü alan bizim Doktor Ahtapot'tan başkası değildi. Bunların yanında aldığı MVP ve En İyi Beş'e seçilme başarısını söylemiyorum bile. Sadece bunlar bile AK-47'nin ne kadar inanılmaz bir oyuncu olduğunu açıklamak için yeterli.

Yinede biraz daha işi istatistiğe vuracak olursak bunların hepsinin yanında 24.2 Sayı, 7.5 Ribaund ve 1.9 Blok ortalaması tutturduğunu söyleyebiliriz.

Fakat Kirilenko artık 32 yaşına girdi. Birçok otoriteye göre bir basketbolcunun zirve dönemi 25-31 yaş arasıdır. Kirilenko'nun bu sezondan başlayarak düşüşe geçeceği matematiksel olarak söylenebilir. Fakat Doktor Ahtapot'un parkedeki yeri yaşıtlarının aksine gün geçtikçe büyüyor. Çekilin, Doktor Ahtapot geliyor!

26.07.2012
Taflan Deniz

20 Temmuz, 2012

NBA'in Draması Varsa Rondo'nun Triple-Double'ı Var

Yaklaşık 5 yıldır profesyonel olarak oynadığım basketbola başladığım günden beri oyun kurucu mevkisinde oynamışımdır. Maçlarda birçok oyun kurucu savunmuş, değişik oyun stilleri gözlemlemişimdir. Bazı oyun kurucular sayıya yönelik oynayıp takımının skor yükünü taşırken, benim gibi oynayan bazı oyun kurucularsa takımını oynatmaya yönelik hamleler yaparlar. NBA'de ise skor üretmenin önemi günden güne artarken, takımını oyuna dahil etmeye çalışan oyuncuların sayısı gün geçtikçe azalmaktadır.

Günümüzde takımını oynatmaya çalışan oyuncuların başında şüphesiz ki Rajon Rondo gelmektedir. Rondo, Milli Takım'a alınmamıştır, sözde "skor opsiyonu" bulunmadığı için. All-Star'a da alınmamıştır, yine aynı "skor opsiyonu" problemi yüzünden. Peki size Rondo çıkıp her maç 30-40 sayı atmaya çalışmış olsa, Celtics her sene en azından Play-Off Yarı Finali'ne kadar çıkma başarısı gösterebilir miydi? Yanında NBA'in en iyi 3'lük atan oyuncusu Ray Allen, pota altının asla pes etmeyen ismi Kevin Garnett ve gerekli yerlerde sorumluluk almaktan asla kaçınmayan bir lider olan Paul Pierce varken Rondo gidip skor opsiyonunu yüklenmeye çalışsa ne olurdu?

Felaket!

Rajon Rondo belki Derrick Rose gibi penetre edemez, D-Will gibi ceza şutu kesemez, Russell Westbrook gibi her maç birisini poster edemez. Fakat Rondo her maç takımını oynatabilir, her maç karşı takıma "kontrol bende!" mesajını verebilir. Bu yüzden Rondo benim gözümde en değerli oyun kurucudur. Sözde skor opsiyonu olmayan bu oyuncu, Heat karşısında 44 sayı atıp Miller'ın : "Az kalsın bizi tek başına yenecekti." demesine sebep olan oyuncu değil midir? Dış şutu yok diye serbest atış çizgisinde savunulduğu maçta yine Heat karşısında üç tane el üstü üçlük atan da Rondo değil midir? "Oyun Kurucular Ribaund Alamaz" tabusunu yıkan oyunculardan bir tanesi de değil midir Rondo? Eğer işi istatistiklere dökeceksek yani..

Herkes başkasının öğretmesi ile paslarını, şutlarını, turnikelerini geliştirebilir. Bu yüzden herkes bir Rondo olamaz çünkü liderlik duygusu öğrenilebilir fakat öğretilemez..

Taflan Deniz
20.07.2012

12 Temmuz, 2012

Her Şeyin Merkezi

Klasik bir Orlando Magic maçındayız. 24 Saniye süresi dolmak üzere, şut yollanıyor. Top potadan sekerken bir el topu potaya sokuyor. Tahmin edebileceğiniz gibi ligin en iyi pivotu Dwight Howard’dan başkası değil o elin sahibi..

Pivot oynamak ne kadar zordur bilirim. Bir yandan maç boyunca karşı tarafın pivotu ile mücadele edersin, bir yandan ribaund almaya çalışırsın, pick’lere gidersin, Alley-Oop’lar tamamlarsın. Göründüğü kadar kolay değildir pivot oynamak. Günümüzde birçok pivot örneği mevcut fakat ben bir antrenör olsam takımımdaki uzun oyuncuya örnek alması için Dwight Howard’ı gösterirdim, maalesef sadece saha içindeki yönlerini. Birçok oyuncu da olduğu gibi ‘Koca Ayı’ lakaplı pivotumuzun saha dışındaki karakteri, saha içinde olduğu kadar sağlam değil.
“Sizi zirveye çıkaracak olan yeteneğiniz, zirvede kalmanızı sağlayacak olansa karakterinizdir.” Sözü tam da şu an için yazılmış gibi. Eğer Howard’ın lig içinde en iyi pivot olduğu sorgulanır duruma geldiyse bunun tek sebebi saha dışında ki davranışlarıdır.


Stan Van Gundy’nin takımdan ayrılmasının baş aktörüdür Howard, tam anlamı ile merkezdedir. SVG takımdan ayrıldıktan sonra bile takımda kalmak istemeyen de bizim Koca Ayı’dan başkası değildir. Takas işlemlerini çocuk oyununa çeviren kişi de bu siyah devdir. Orlando’nun şu yaşadığı çalkantılı dönemin belki tek sebebi değil fakat en büyük sebebidir Dwight Howard. Sözde, ligin en iyi pivotundan bahsediyoruz burada, yanlış olmasın..

2010 yılında bir dergi ile röportaj yapıyor Howard.” Başarının sırrını bize söyler misiniz?” sorusu geliyor. “Başarıyı parçalara ayıralım. %26’sı Kariyer hedeflerini 8. Sınıfta belirlemektir. %63’ü egzersiz, egzersiz, egzersizdir. %6’sı buz banyosunda rahatlamak. Kalan %5 ise dinlenmektir.” Diye cevaplıyor Howard. Bu cevabı duyunca insanın kafasına direk şu geliyor, “Howard neden böyle oldu?”

Bu soruyu birçok şekilde cevaplayabiliriz. Nike-Adidas gibi şirketlerden gelen reklam teklifleri, birçok otorite tarafından sürekli övülmek, ona vazgeçilmez olduğunu hissettirmek. Bense “D” şıkkını seçiyorum, yani “hepsi”ni. Kendini koçundan üstün tutan bir oyuncudan ne bekleyebilirsiniz ki? Ve ya “Bana şantaj yaptılar.” Diye yalan söyleyen bir oyuncudan? Sahaya çıkıp ribaund alıp, sayı yapmasından başka hiçbir şey bekleyemezsiniz. Çünkü karakteri buna izin vermez, o bunun için tasarlanmamıştır.

Howard oynadığı takımlarda her zaman için merkez, yani center’dır. Yaşadığı olaylarda da bu huyunu kaybetmeyerek merkez olmaya devam etmiştir. Hani klişe bir laf vardır, “Ben sana doktor olamazsın demedim, adam olamazsın dedim.” Diye.

“Ben sana ligin en pivotu olamazsın demedim Howard, adam olamazsın dedim..”

Taflan Deniz
12.07.2012

09 Temmuz, 2012

“Tropik Fırtına! Wade’nin Karşısında Durmayın.”

Zamanının en popüler basketbol dergisi SLAM, 2009’un Aralık ayında bu başlığı atıyor Miami Heat’ın kurtarıcısı Dwyane Wade için. Kapakta suratı galibiyet isteği ile gerilmiş bir Wade, altta ise bu başlık. “Tropik Fırtına! Wade’in Karşısında Durmayın.”

NBA Tarihi boyunca birçok oyuncu sakatlıklarla boğuşmuştur. Kimi o kadar büyük sakatlıklar geçirmiştir ki bir daha lige adımını atamamıştır. “Sözde” şanslı olanlar ise geri dönmeyi başarmıştır. Maalesef her geri dönen oyuncu kariyerine aynı şekilde devam etmemiştir. Hatta çoğu öyle büyük bir düşüşe uğramıştır ki, takımın vazgeçilmez oyuncusundan, çöp oyuncuya kadar düşmüştür..
Dwyane Wade’de bu sakatlıklardan birisini yaşadı, çoğu NBA oyuncusu gibi. Oyunu atletikliğe bağlı bir oyuncu için sakatlık ne derece önemliydi? Çoğu otorite Wade’ın geri döndüğünde yapabileceklerini o kadar aşağıda gördü ki, Wade’ye sadece sahada cevap vermek kalmıştı. Wade sakatlıktan öyle bir döndü ki, takımına 13’te 11’lik bir seri getirdi. Tropik Fırtına’nın karşısında çok az kişi durabildi, durabilenlerin sonu ise Varejao’dan farklı olmadı.
http://www.youtube.com/watch?v=weYG3rS1PWU


Wade sakatlıktan döndükten sonra o kadar maç kaçırmış olmasına rağmen All-Star seçildi. All-Star günü Phoenix’e bir limuzin girdi. Limuzinin içerisinden her zaman ki gibi başarıya odaklanmış bir Dwyane Wade çıktı, sağ gözünün altında mavi bir “WADE” bantı. Muhabirler yanına yaklaşıp sorularına başladığı zaman Wade sadece şunu söyledi : “Buraya beni izlemeye geldiğinizi biliyorum.” Ardından küçük bir sırıtış, sanki bunu yapmak için doğmuş..
Wade o maçta 22 Dakika süre alırken hiç üçlük kullanmadan 18 Sayı bırakıyor Batı’nın yıldızlarına karşı. Wade geri dönmeden önce atıp tutan otoritelerde izliyor tabi maçı, ertesi gün Wade’yi nasıl öveceklerini tartışıyorlar..
Bu parlak günler yaşanırken, Miami Heat’ın şampiyon kadrosu dağılalı yaklaşık bir sene olmuştu. Yıldızın geri dönüşü mükemmeldi fakat tek başına bir yüzük kazanabilecek miydi?

“Birlikten kuvvet doğar.” Mantığıyla yola çıkan Miami yöneticileri Cleveland’ı yıllarca taşımaya çalışmış Lebron James’i, aynı şekilde yıllarca Toronto’yu taşımış olan Chris Bosh’u takıma dahil ettiler. Lebron James’in ayrıldığını duyunca Cleveland’da halk sokağa çıktı, James formaları yakıldı. Bunlar yaşanırken Miami’de bayram vardı..
Big-Three başta birbirine hiç uyum sağlayamadı. Hatta o kadar kötü oynadılar ki, Miami Heat yöneticileri takımı dağıtmayı bile düşündü. Fakat zamana bıraktılar, Heat birbirine alışınca o kadar iyi oynamaya başladı ki. Daha ilk senelerinde finale kadar çıktılar, finalde Mavs’a karşı hazin bir yenilgi almalarına rağmen pes etmeyecekleri ortadaydı. Mavs şampiyonluk kutlamaları yaparken, Heat şampiyonluk hazırlığı yapıyordu..

2012 Sezonu, bahislere göre ½ ihtimal ile şampiyon Miami Heat olacaktı. Öyle böyle geçen bir sezondan sonra Play-Off’larda bekledikleri gibi çok rahat ilerleyemediler. İlk turu 4-1 ile geçtiler. İkinci turuda geçtiler, üçüncü turda karşılarına tecrübe dolu bir takım geldi, Boston Celtics. İlk iki maçı kazanınca kendilerini rahatlattılar, Boston seriyi 3-2’ye getirdi. Miami evinde ve deplasmanda maç vermeyerek bu seriyide kazanarak Konferans Finali Şampiyonu oldu. Finalde genç yeteneklerle karşılaşacaklardı, Oklahoma City Thunder ile..
İlk maçı kazanan taraf Thunder oldu, yüzüğü hayatının en önemli noktasına koymuş olan Lebron ise aldı sazı eline. Wade’in de yardımı ile bir daha maç kaybetmediler, 4-1 yapıp seriyi kazandılar..
“Bugün hayatımın en mutlu günü.” Diyor Lebron James, yanına tropik fırtına Dwyane Wade ve pota altının öldürücü ismi Chris Bosh. Önlerinde ise kupa. Wade ikinci yüzüğünü parmağına geçirmenin heyecanını yaşıyor. Atletik özellikleri yaşıyla doğru orantılı bir şekilde azalıyor, zaten Wade hiçbir zaman keskin bir şutor de değildi. Merak konusudur bir daha basketbol dergisi kapağına çıkıp çıkmayacağı. Derginin kapakları unutulabilir fakat eminim ki Wade’nin galibiyet için odaklanmış yüz ifadesi asla unutulmayacaktır.

Taflan Deniz
09.07.2012

08 Temmuz, 2012

Milwaukee Yolcusu Kalmasın!


Hayatımda birçok basketbol maçı izledim. Birçok takımın oyun stilini gördüm, birçok oyuncunun yükselişine tanıklık ettim. Fakat hayatımda ilk defa bir oyuncunun, takımında ki oyun kurucunun bencilliğinden faydalanarak yükselişine tanıklık ettim.  Sanırım o oyuncuyu hepimiz biliyoruz, bana kalırsa ülkemizi Amerika’da temsil etmekte olan tek başarılı oyuncudur kendileri, Ersan İlyasova’dan bahsediyoruz tabi ki..

“Hido varken Ersan’a iş mi düşer?” seslerini şimdiden duyuyor gibiyim. Bunu açıklamak için eski bir örnekten bahsedeceğim, Mehmet Okur’dan. Açıkçası söyleyeyim, Mehmet Okur’un bir ya da iki maçını izlemişimdir en fazla. Ben atarimde Mario oyununu oynarken, Mehmet Okur All-Star seçiliyor, ilk defa bir Türk, Amerika’da büyük işler başarıyordu. Maalesef o zamanlar basketbol sevgim bu kadar değildi, zaten yaşımda küçüktü. 
Bana kalırsa Mehmet Okur’dan sonra NBA’de göğsümüzü kabartan oyuncu Ersan İlyasova’dır.

Sakın yanlış anlamayın, Hidayet Türkoğlu kötü bir oyuncu demiyorum. Hatta belki Avrupa’da oynasa MVP seçilecek potansiyelde bir oyuncu. Fakat NBA’de başarılı olamadı. Adam Türk diye başarılı olmak zorunda değil ki, ayrıca her NBA’ye gönderdiğimiz oyuncu başarılı olmak zorunda değil ki. Öncelikle at gözlüklerimizden sıyrılalım, ondan sonra konuşmaya başlayalım.

Günlük yaşamımızla iç içe olduğundan dolayı bir örnek vermek istiyorum. Kışın hava soğuk, sabahın bir saati kalkmışsınız. İşinize ve ya okulunuza gideceksiniz. Televizyona gözünüzü gezdirirken sağ tarafta çıkıyor, “Hidayet Türkoğlu 35 dakika süre aldığı maçta 10 Sayı, 3 Ribaund, 2 Asist ile oynadı.” Yaklaşık beş saniye sonra sağ tarafta ki alan yenileniyor, “Eran İlyasova 30 Dakika süre aldığı maçta 20 Sayı, 10 Ribaund, 3 Asist ile oynadı.” Hidayet’in ki bana pek cazip gelmiyor nedense, Ersan’ın başardıkları ise bir Türk olarak göğsümü kabartıyor. Sizin göğsünüzü kabartmıyor mu yoksa?

Sakın yanlış anlamayın. Hidayet el üstü buzzer-beateri attığı zaman en çok sevinen kişi benimdir heralde. Ve ya o fade-away'lerini yapıp başarıya ulaştığı zamanlar. Fakat hiçbir zaman takımın vazgeçilmezi olamadı, benim gözümde başarı vazgeçilmez olmaktır.

Ersan bu ortalamaları tuttururken Milwaukee Bucks takımında çaylak sezonunu geçiriyordu. Takımda sürekli olarak şut atan bir oyun kurucu vardı. Başka birisi olsa basketbola bile küsebilirdi, Ersan ise ne yaptı? Potadan seken bütün topları topladı. Bütün sezon sadece ribaund aldı ve sayı yaptı. Başka takıma gideceği günü ise iple çekti. O gün geldiğinde ise beklenilenin aksine Ersan’ın peşinde yok denecek kadar az takım vardı. Ersan mecburen ilk trenle Milwaukee’ye doğru yola çıktı..
Ersan yıllık 9 M. Değerinde anlaştı Bucks ile, bu Ersan’a verdikleri değeri gösteriyordu. Bunun diğer anlamı ise, ‘Ersan daha çok top kullanacak, sorumluluk almasına izin verilecek, takımın liderlerinden olacak’tı.

Ersan İlyasova gideceği her takımda başarılı olacaktır. Hani bazı öğrenciler vardır ya, hangi okula giderse gitsin başarısı değişmeyen, hatta artan. Ersan’da onlar gibi işte. Kendine olan inancını ve çalışma azmini yitirmediği sürece kendine bir şeyler katmaya devam edecektir. Kendine bir şeyler kattıkça daha çok hata yapacaktır. Hata yaptıkça başaracaktır.

“Hayatım boyunca hata, hata ve hata yaptım. Bu yüzden başardım.”
-Michael Jordan

Taflan Deniz
08.07.2012

07 Temmuz, 2012

Böyle Buyurdu Roy

10 Aralık 2011 Sabahı, gazetelerde büyük bir manşet, “Brandon Roy, Basketbolu Bıraktı!”
Hatırlıyorum da o gün gazete okuma alışkanlığı edinmeye karar vermiştim. Benim şanssızlığımdan olsa gerek, manşette Brandon Roy’un yani NBA’yi bana sevdiren adamlardan bir tanesinin oynamayı bıraktığı haberi açıklanmıştı. O gün, bugündür gazete okumadım..

Brandon Roy basketbolu bıraktığında sadece 27 yaşındaydı. Dizindeki o lanet olası sakatlık dışında onu bu oyundan emekli olmaya itecek hiçbir şeyde yoktu. Ancak altı defa dizinden ameliyat olunca, “dur!” demek zorundak kaldı Roy. Bizimse onun genç yaşta emekli oluşunu izlemekten başka çaremiz yoktu. Çünkü böyle buyurmuştu Roy..


Basketbolda bazı anlar vardır bilirsiniz. Michael Jordan’ın “the shoot” hareketi gibi, McGrady’nin inanılması güç şekilde bir dakikaya yakın bir sürede 13 sayı üretmesi gibi, Larry Bird’in son saniye oyuna girerken kendisini savunan oyuncuya ; “Topu ben alacağım.” Dedikten sonra topu alıp, sayıyı yapıp, takımına galibiyeti hediye etmesi gibi anlar. Bu anlar farklı mekanlarda, farklı tarihlerde, farklı şekillerde olmuştur. Tek ortak paydaları basketboldur. Kazanma hırsı, kendine ve takımına duyduğun güven ve inançtan başka bir şey değildir bu.  Bana sorabilirsin, “konumuzla ne alakası var?” diye. Bende size şu şekilde cevap vereyim, hangi basketbola azıcık olsun ilgi duyan insan Roy’un 20 sayı geriden takımını şahlandırmasını ve maçı kazanmasını unutabilir? Son dakikalarda, maçın en kritik anlarında yediği bloktan sonra pes etmeyip topu yere düşmeden potaya tekrardan atışını peki?

Roy önderliğinde 20 sayı geriden gelen Portland, karşısındaki Dallas’ı hazin bir son ile soyunma odasına yolladığı zaman Dirk Nowitzki ile kameraman arasında şöyle bir konuşma geçer :

Kameraman : Onu durdurmak mümkün değil miydi?
Nowitzki : Hayır dostum, olsaydı biz yapardık..

Dallas Mavericks neden Roy’u savunamamıştı biliyor musunuz? Çünkü böyle buyurmuştu Roy. O gün kazanması gerektiğini düşünmüştü, başka söze gerek var mıydı?

Tam olarak hangi gün bilmiyorum, yakın bir zamanda “Brandon Roy Geri Dönüyor.” Haberleri ortalıklarda dolaşmaya başladı. Roy’da bunu onaylayınca her basketbolseverin kalbinde adeta şenlik vardı. Belkide emekli olduktan sonra en çok özlenen oyuncudur Roy. Onu tekrar görmek isteyen taraftar sayısı o kadar çoktur ki..
Brandon Roy basketbola Portland’da devam etmek istediğini söyledi. Fakat bu sefer buyurduğu gibi olmadı, Minnesota’nın Roy ile anlaştığı haberi çıktı ortaya. Haber doğruydu.. Rubio-Roy-Love, isimlerini duyunca bile insanın içini ürpertiyor bu üçlü yan yana gelince. Avrupa’nın yetiştirdiği en iyi oyun kuruculardan bir tanesi Ricky Rubio, en az Roy kadar kazanma hırsı ile dolu Kevin Love ve bizim adamımız Brandon Roy..

Roy sakatlıktan nasıl çıkar, takıma nasıl uyum sağlar, takıma hangi alanda verim verir? Bunların hepsi üstünde uzun sohbetler yapılabilinecek konu başlıkları ancak tek bir şeyden eminim ki, bu kadar kazanma hırsıyla dolu ve kendine güvenen bir adam asla yıkılmaz. Eğer şampiyon olmayı buyurursa, o takım şampiyon olur. Karşılığında ise sadece tek bir kelime söylenebilir :

“Böyle buyurdu Roy..”

Taflan Deniz
07.07.2012

06 Temmuz, 2012

" Sorun Yok Kobe! Ben Pas Atabilirim. "


NBA'de şu güne kadar oynamış oyuncular ve gelecekte oynayacak bütün oyuncular, bu ligde bulunan oyuncuları kendi kafasında birçok şekilde bölecektir. "Smaç basabilenler-basamayanlar" - "Üçlük atabilen-atamayanlar" ve aklınıza gelebilecek bütün ters düşen kavramlar olarak. Fakat asıl olarak oyuncuları ikiye ayıracaklar, bencil oynayanlar ve bencil oynamayanlar..

Uzun zamandır bu ligin takipçisi biri olarak şunu söyleyebilirim ki, NBA hakkında ki, daha doğrusu basketbol hakkında ki en yanlış bilinen şey "iyi oyuncu, sayı atan oyuncudur" mantığıdır. Bu mantık beraberinde bencil oynayan oyuncuları getirmiştir. Çok az sayıdaki oyun zekasına sahip oyuncu, bu oyunun bir takım oyunu olduğunu ve kendini ön plana çıkarmaktan önemli şeyler olduğunu anlayabilmiştir. Bu oyuncularsa zaten evlerimizde posterlerinin asılı olduğu oyunculardır. 

Zaman geçtikçe ve dolayısıyla basketbol evrenselleştikçe takım oyununun önemi artmaya başlamıştır. Yanlış anlamayın, bu artış bencil oyuncuların soyunu tüketmemiştir.
Onlar hala aramızdalar ; mahallenizdeki parktalar, takımınızla çıktığınız maçtalar, yorucu bir günden sonra eve gelip televizyonu açtığınızda ekrandalar.. Merak etmeyin, onlar her zaman aramızdalar. "Tüm bencil oyuncuların kellesi vurula!" demek istiyorum ama işe en sevdiğim oyunculardan başlarlar diye de korkmuyor değilim..

Yanlış hatırlamıyorsam dün sabah erken saatlarde, Lakers-Phoenix takası gerçekleşti. Draft hakları ve birçok şey Phoenix'e giderken karşılığında çok büyük bir şey Los Angeles Lakers'a geldi. Belki de NBA'de ki en iyi saha görüşüne sahip olan, "tüm bencil oyuncuların" kellesi vurulsa adının yanından bile geçilmeyecek bir isim. Sanırım siz o ismi zaten biliyorsunuz, yılların paslatamadığı, arkasında gözlerinin bulunduğunu ciddi ciddi düşündüğüm oyun kurucudan bahsediyoruz tabi ki. Steve Nash'ten yani..

"Steve Nash seneye nasıl bir performans gösterecek?" diye kendimize sormadan önce, şunu sormalıyız kendimize : "Steve Nash'ten ne bekliyoruz?"
39 Yaşında, dolayısıyla yavaşlamış refleksler, eskisi kadar keskin bir şutuda yok, atletizm desen Nash zaten hiçbir zaman atlet bir oyuncu olmamıştı.. Şimdi çıkıp birisi diyecek : "O kadar övdün, şimdi gelip bunları mı söylüyorsun o adama?" diye. İşe önce kabullenmekle başlamalıyız. Merak etmeyin, kimse Nash'in çıkıpta her maç 30-40 sayı atmasını beklemiyor. Çünkü bir tarafında NBA'in gelmiş geçmiş en iyi oyuncusu olarak kabul edilen Michael Jordan'ın veliahtı Kobe Bryant, diğer yanında ligin en iyi ikinci pivotu Andrew Bynum olacak. Bizim şu "inanılmaz" saha görüşlü Nash ne yapıyordu sizce? Tahmin edebileceğiniz gibi pas atıyordu. Peki sizce, ligde bu pasları atabileceği daha iyi bir takım var mı? Soruyu kendim cevaplayacaksam açık açık söyleyeyim, hayır yok.

Bynum'ı bir tarafa kaldıracağım izin verirseniz, yenilmiş bir yemeği mutfağa kaldırırcasına. "Güzeldi, hoştu fakat üstünde konuşulacak fazla da bir şey yoktu" tarzında anlayacağınız. Konu bütünlüğünü bozmadan NBA'in aktif en clutch oyuncusuna geçmek istiyorum ben ; Black Mamba'ya..
5× NBA Şampiyonluğu (2000, 2001, 2002, 2009, 2010), 2× NBA Finaller MVP (2009–2010), NBA En Değerli Oyuncu (2008), 14× NBA All-Star (1998, 2000–2012), 2× NBA Sayı Kralı (2006–2007), 10× All-NBA Birinci Takım (2002–2004, 2006–2012), 2× All-NBA İkinci Takım (2000–2001), 2× All-NBA Üçüncü Takım (1999, 2005), 9× NBA Defans Birinci Takım (2000, 2003–2004, 2006–2011), 3× NBA Defans İkinci Takım (2001–2002, 2012), NBA Çaylak İkinci Takımı (1997), 4× NBA All-Star MVP (2002, 2007, 2009, 2011) ve NBA Smaç Yarışması Şampiyonu (1997) olmuş olması bana kalırsa Steve Nash ile beraber seneye ondan ne bekleyebileceğimizi açıklıyor. Kobe bu kadar ödül kazanmış olmasına, bu kadar şampiyonluk yaşamış olmasına rağmen kariyeri boyunca tek bir şeyle suçlandı, "bencillik."

Şu "bencil" olarak nitelendirilen Kobe Bryant, lokavt zamanı yüzüklerini çıkartıp ardından masaya koyup, "takımım yoksa, bende yokum." diyen Kobe Bryant ile aynı kişi değil mi? Eğer ben bir şizofren değilsem ve hayal dünyasında yaşamıyorsam "bencil" olarak nitelendirilen ve "takımım yoksa ben yokum" diyen aynı kişi. Bunun karşılığında benim aklıma şundan başka mantıklı bir cevap gelmiyor ; "Bencilliğin ne olduğunu biliyor muyuz?"

"Bencillik" olarak nitelendirdiğimiz kavram, insan ilişkilerinde hep ben, hep ben diyen kişidir. Karşı tarafın ne düşündüğü umrunda değildir, kendisinin mutlu olması tek isteğidir. Buraya kadar tamamsak, ben size şunu sormak isterim : "2009 Finallerinde şampiyon oldukları zaman, yüzüğü Kobe Bryant takımına getirdiği zaman benim gördüğüm kadarıyla mutsuz olan bir kişi bile yoktu Lakers'ta. Ee, o zaman Kobe Bryant'ın bencilliği nerede devrede giriyor?" Kobe'nin bencillik gibi bir sorunu yok ama bencillik diye bir korkusu var. Steve Nash'in birden bire bencil bir oyuncuya dönüştüğünü düşünsenize. Lakers'ta iç savaş çıkardı heralde..

Herkes görevini yapıyor. Kobe'nin görevi sayı atmak, o da sayı atıyor. Nash'ın görevi asist yapmak, asist yapıyor. Bynum'un görevi ribaund almak, ribaund alıyor. Baştada söylemeye çalıştığım gibi takım oyunu ortada varsa, bencillik diye bir şey yoktur. Bencillik diye bir şey varsa, takım oyunu ortada yoktur. Steve Nash gibi zeki ve takım oyununun önemini anlamış bir oyun kurucu ile Kobe Bryant'ın anlaşamaması için hiçbir neden göremiyorum. Kobe'nin bencillik korkusunu üstünden atması için Nash'ten şöyle bir söylem gelirse şaşırmayın ;

" Sorun Yok Kobe! Ben Pas Atabilirim. "

Taflan Deniz
06.07.2012